Loading...

Balkan Savaşları Sırasında Yunanistan’daki Müslümanlara Yapılan Eziyet

Fahriye Emgili (“Yunanistan Müslümanları: Balkan Savaşları’ndan 1923’e” Balkanlar ve Göç, S. 321- 339) makalesinde Yunanlıların uyguladığı vahşetin Balkan Savaşı’nda da devam ettiğine örnekler veriyor.  Yanya’da bulunan bir Rum eczacı yaptıklarını şöyle anlatmış:

“Her gece sekiz-on Osmanlı kızını ağlata ağlata soymak, oynatmak, tehditle işkenceler ile onları meyus etmek.  Yanya düştüğü zaman müşterilerimin kapılarını çalıp onları himaye etmek istediğimi belirtince, beni Osmanlı dostu bildikleri için mücevher, para ve aileleriyle evime geldiler.  Bunlardan erkek olan 7 kişiyi su kuyusuna yuvarladım, ihtiyar kadını boğazladım.  Biri yüzbaşı hanımıydı ve hamileydi.  Çırılçıplak soyunup oynamak istemediği için tekmeledim, çocuğunu düşürdü.  Diğer Türk kadınlarıyla mücevherlerinin yerini göstermek şartıyla ırzlarına tecavüz etmemek üzere bir anlaşma yaptım.  Bütün mücevherler geldikten sonra anlaşmayı bozdum…” (Türkün Siyah Kitabı Yunan Mezalimi’nden nakleden H. Y. Ayanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makus Talihi Göç, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2011, S. 65.)

2013’te Bursa’da organize edilen Balkanlar ve Göç Sempozyumu Yayını, Sayfa 593’den.

 

9 Kasım 1912’de Selanik’in teslim olması üzerine, teslim şartları unutulmuş ve şehirde Türk katliamı başlamış. Kölnische Zeitung Muhabiri Selanik’te yaşanan Müslüman katliamını şöyle aktarmış:

“Selanik’teki Ayasofya Camii üzerinde haç yükseliyor yeniden.  Yeni Fatihler haçı diktiler.  Ama hani nerede Hıristiyanlık ve insanlık belirtileri? Haç, merhametin sembolüdür, ama Rumlar kanla lekelediler onu.  Talan, katliam, ırza geçme, korkunç oranlara yükseldi.  Çeteler civar köylerdeki Müslümanlara yapmadıklarını koymadılar.  Çok sayıda muhacir açlıktan ya da süngüyle öldü.  Yunanlıların beslemeyi taahhüt ettikleri silahtan tecrit edilmiş Osmanlı askerlerinden çoğu keza açlıktan öldü. (Aram Andonyan, Balkan Harbi Tarihi, Türkçesi Zaven Biberyan, İstanbul 1913, S. 400.)

 

Balkan savaşları sonunda Yunanistan ülke yüzölçümünü %70, nüfusunu ise 2.800.000’den 4.800.000’e çıkarmıştı.  (Bkz Richard Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, Çeviren Dilek Şendil, İletişim Yayınları, İstanbul 1997, S.107.  Savaş sonrası değişimi için ayrıca bakınız: Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II Kısım II, TTK, Ankara 1991, S. 464.)  

 

Yunanistan savaş sonrası ele geçirdiği topraklarda aleyhine olan nüfus yapısını, lehine döndürme çabasındaydı.  Anastassiadou’ya göre: “Müslüman öğe de şehri terk etmeye teşvik edildi.” (Meropi Anastassiadou, Tanzimat Çağında Bir Osmanlı Şehri Selanik, Tarih Vakfı Yayını, İstanbul 2001, S. 380.)  Bunu sağlamak için yerli Türk ve Müslüman ahaliye karşı terör uyugulanmasını organize etmek veya buna göz yummak başvurulan başlıca yöntem oldu.  Mesela Kayalar’ın Müslüman halkının çoğu çiftçiydi.  Yunan Hükümeti Anadolu’dan gelen Rumların çoğunu Müslümanlara ait olan bu çiftliklere ve hanelere yerleştirmişti.  Evlerinden ve arazilerinden atılan Müslüman köylüler, 1923’te imzalanan Türk-Yunan nüfus mübadelesine değin sokaklarda perişen bir vaziyette ölüm kalım mücadelesi vermişlerdir.  (Gözlemci Mark Mazower, Selanik: Hayaletler Şehri, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler (1430-1950) Çeviren, Gül Çağalı Güven, YKY, İstanbul 2007, S. 342.)

 

“Gerçekten de Yunanistan, Türkiye’nin Rumlara fena muamele ettiği iddiasıyla Balkan felaketi sonunda eline geçen topraklarda yaşayan azınlık Türklerine, daha ilk günden itibaren gayrimenkul mallarını satmak hakkını yasaklamış, ayrıca savaş ve istila nedeniyle terk edilmiş gayrimenkullerle birlikte bir kısım diğer Türk mallarına da başka nedenlerle el koymak yoluna gitmişti.  Bununla da yetinmeyerek, bir yıl içinde tasarruf haklarını tetkik komisyonları nezdinde kanunî yeterlikte belgelerle ispat edemeyenlerin, ellerindeki gayrımenkullarin devletçe alınacağı esasını koymuştu.  Söz konusu misilleme bahanesi yanında, tarımsal yerleşimi tanzim adı altında Kafkasya ve Trakya muhacirlerini toprak sahibi etmek gibi bahanelerle, Türk azınlığın emlakinde başka sınırlamalara dahi gidilmiştir.  Ayrıca, Atina anlaşmasının keyfî bir tefsirine kalkışılarak çıkarılan kanun ve emirlerle kısıtlamalar da yaratılmış, taşınmaz malların ferağ ve intikalinin men’ine ilişkin kararlar alınmıştır.  Yunanlıların bu gasp ve tecavüz hareketleri, sadece Türk azınlığın özel hak ve menfaatlarına yönelmekle kalmamış, cami, mektep, hamam ve sair kamu yararlı kuruluşlara da teşmil edilmiştir.  Bu türden saldırılar sadece işgal veya tahrip şeklinde cereyan etmemiş, hakaret edici küçültücü hareketlere dahi kalkışılmıştır.  Örneğin, Selanik’teki Burmalı Camii, önce eski eser sayılarak hükümetçe el konma işlemine tabii tutukmuş, sonra da bir tiyatrocuya kiralanarak oyun yeri haline getirilmiştir.  Benzer bir hareketle mübadeleden sonra da gidilerek Türklerin en büyük ibadet yeri olan Hamzabey Camii dahî içinde kahvehane, sinema ve meyhane barındıran bir iş yerine çevrilmiştir.” (Ömer Dürrü Tesal, “Türk ve Yunan İlişkilerinin Geçmişinden Bir Örnek Azınlıkların Mübadelesi”, Tarih ve Toplum, C. 9, S. 153, İstanbul 1988, S. 46, 47, 302, 303.  Selanik’teki mezarlık, cami ve diğer Osmanlı dönemi yapılarının nasıl yok edildiği ile ilgili olarak bkz. Anastassiadou, Tanzimat Çağında Bir Osmanlı Şehri Selanik, S. 380-383.)