Loading...

Bulgarların Müslüman Halkı Katletmesi

Bulgar ihtilalciler, Rusların doğal müttefikiydiler.  Calvert’ten Blunt’a, Filibe’den, 30 Temmuz 1877’de yazıldığına göre: Bulgarlar, geri çekilen Osmanlı askerlerini öldürüp, ikmal yollarını keserek, cephe gerisinde Osmanlılara karşı beşinci kol görevi yürüttüler.  Ancak, Ruslara bahşettikleri ana hizmet, onlarla paylaştıkları ortak amaç olan Bulgaristan’dan Türklerin kökünü kazımak yolunda, Müslüman halkı yok etmek ve kaçırmaları oldu.  Bu konuda, Bulgarların her zaman Ruslardan özel emir almalarına gerek yoktu.  Diplomatik kaynaklarda pek çok örneğine rastlandığı gibi, Rusların sadece Bulgarlara silah vermesi ve onların bu silahları nasıl kullandığını görmezlikten gelmesi yeterliydi.   Ruslar istila ettikleri yerlerde asayiş temin etmemekle, Müslümanlara saldırılmasını ve onlara zulmedilmesini garanti altına almış oldular.

 

Arda nehrine atılarak boğulan mağdurlar Carnegie Raporu, S. 122.

 

Bulgarların çoğunluğu, Rus istilalarına eşlik eden katliam, ırza geçme ve diğer vahşet olaylarına katılmış olamazlar.  Ne var ki, tarafsız Bulgarların vahşet karşısında sessiz kalması da Müslümanlara hiçbir yarar sağlamadı.  Tüm Müslümanların köylerini terk etmesinden de en çok Bulgarlar kazançlı çıkacaklardı.  Müslümanların hasadını toplayacaklar ve tarlalarını sahipleneceklerdi.

 

İki grup Bulgar, Müslüman halkın katliamından doğrudan sorumludur; Müslümanlardan nefret ettiği önceden ispatlanmış olan ihtilalci Bulgarlar ile Müslümanların tarlalarıyla mallarını ele geçirmekten ekonomik yarar sağlamak isteyen bireyler (ki bazen tüm köy halkı olarak talana katılmışlardı).

 

Diplomatik yazıların çoğu, Bulgarların Türklere uyguladığı toplu katliam, ırza geçme ve saldırı gibi zulüm örneklerinin ayrıntılı tasvirleriyle doludur.  Calvert’in Layard’a 8 Mayıs 1878’de Edirne’den rapor ettiğine göre, bir İngiliz temsilcisi raporunda bir köydeki talan ve her gece süren tecavüzleri anlattıktan sonra “Bu tür olaylar burada istisna değil genel yaşam halini aldı” diye yazmıştır. 

 

Blunt’ın Layard’a, Filibe’den, 19 Temmuz 1877’de bildirdiğine göre: Times, Morning Post ve Daily Telegraph muhabirleri gibi bazı Avrupalı gözlemciler, Türk kadınlarının evlere hapsedilip 10 gün süreyle ırzına geçildikten sonra canlı canlı yakıldıkları Oklanlı (Lağahanlı) köyünde 120 Türk cesedini açıkta serili halde görmüşlerdi. 

 

Michell’in Layard’a, Filibe’den, 18 Haziran 1879’da bildirdiğine göre, bazen Bulgarlar doğrudan Rus ordusuna alınmışlar, silah ve üniforma verilip Türklere zulmetmekte kullanılmışlardı.

 

Bulgarların kendi başlarına Müslümanlara saldırması, yukarıda anlatılan Bulgar – Kazak iş birliğinden farklı olarak, Brophy’nin Layard’a, Burgaz’dan, 13 Ağustos 1879’da rapor ettiği gibi Bulgarların, Türklerin hayvan sürülerini çalmalarıyla başladı.  Sanki gayretlerinin başarıyla sonuçlanması ve cezasız kalması onları cesaretlendirmiş gibi, bireyleri soymaya, mal ve paralarını çalmaya yöneldiler.  Calvert’ten Layard’a Edirne’den, 27 Ağustos 1878’de rapor edildiği gibi, son seviye ise dayak atma, ırza geçme ve katliam halini aldı ki, bu da Müslümanları kaçmaya yöneltti.

 

Konsolos Blunt’ın günlüğüne 1-12 Şubat 1878’de not düştüğüne göre, daha sonra Bulgaristan’ın ilk kralı olacak olan bir prens dâhil bazıları, Bulgaristan’daki saldırıların Rusların değil de Bulgarların kabahati olduğunu düşünüyordu:

“11 Şubat, Battenberg Prensi Alexander bu sabah Majestelerinin konsolosluğunu telefonla arayarak Sayın Ekselanslarının ‘Sultan’ adlı gemisinin nerede demirlediğini ve Edinburgh Dükünün gemide olup olmadığı hakkında bilgi verip veremeyeceğimi sordu.  Ben bu konuda bilgi veremediğimden, Ekselansları, Majeste Kraliçe’nin İstanbul’daki elçiliğine telgraf çekmemi rica ettiler.  Arzusunu yerine getirdim, telgrafı Rus otoriteler kanalıyla göndermesi için kendisine verdim.  Prens, Bulgarlar hakkında acı konuştu.  Eğer Türkler kötüyse, Bulgarlar onlardan bin defa daha kötü dedi.  Onların yöneticisi olacak kişiye acıdığını söyledi.  Onları demir pençeyle yönetmek gerekir dedi.  Rus işgal ordusundaki mevcut disiplinsizlikle, bu kasabada ve diğerlerinde sürüp giden yağmacılığı, aşağılık insanlar olduğunu düşündüğü Bulgarların etkisiyle Rusların şeytana uymalarına bağladı.”

 

Edirne’deki Konsolos Calvert’in 19 Kasım 1878’de Büyükelçi Layard’a yazdıkları:

Günlerce aylarca devam eden bir süreç sonunda evleri sürüleri ve diğer malları gasp edilmiş olan Müslüman köylüler, çoğu zaman ahırlarda, bahçelerdeki helalarda ve mezbele içinde yaşamaya zorlanmış olduklarından, artık dilenci seviyesine düşürüldüler.  Bu insanlar gittikçe tekrarlanan daha şiddetli yöntemlerle, hatta bazen işkenceye maruz bırakılarak talan edilmekteler.  Yakın zamanda Hıdırca ve Türkmenler’de görüldüğü gibi, derilerine sıcak demir bastırılıyor veya Küstük’te bir Rus-Bulgar jandarma erinin yaptığı gibi ölüm seviyesinde dayağa maruz bırakılıyorlar.  Bulgarların satır, bıçak ve sopaları her yerde sürekli kullanılmakta.  Hristiyanların, her Türk kadın ve kızına canının istediği şekilde tecavüz etmesinin serbest olduğu biliniyor ve Hristiyanlar da ellerine geçen bu fırsattan sonuna dek yararlanıyorlar.  Bir Rus garnizonunun bulunduğu Slimniya’da vahşete uğrayan mağdurların, örneğin yakın zamanda gayda müziği eşliğinde sokaklarda yürütülerek aşağılanması ve alaya alınması bütün bunlara tuz biber ekti.  Yurtlarından edilmiş ve şimdi de köle haline getirilmiş olan Türk mülteciler, Souflar’da geçenlerde başlayan ve halen devam eden olayda görüldüğü üzere, kırbaçlı bekçilerin gözetiminde, yeni Bulgar efendileri için tuğla imalatında çalıştırılmaktalar.  Şimdiye kadar Türklere karşı işlenen suçlardan dolayı ne bir Hristiyan cezalandırıldı ne de bir Bulgar hapse atıldı.  Suçlulara dokunulmadan gelişen bu olaylar karşısında, Rus otoritelerin haksızlıklara ilgisiz kalmasını, suça iştirak şeklinde tanımlamak adaletsizlik sayılmaz.

 

Bulgarlar ile Ruslar tarafından, yöredeki Türk izini siler biçimde, Türklerin sürü hayvanlarıyla taşınabilir malları gasp edildikten sonra evleriyle köyleri tamamen yok edildi.  Şehirlerde, dükkânlarla evler soyup soğana çevrildi.  Blunt’ın Layard’a Edirne’den 19 Temmuz 1877’de yolladığı rapora göre, sahipleri Türk olan binalar sıklıkla yıkıldı.  Yeni Zağra’da cami ve hükümet binalarının yanı sıra 50 Türk evi yakıldı.  Dupuis’in Blunt’a 4 Ağustos 1877’de Edirne’den rapor ettiğine göre, Eski Zağra’daki birçok Müslüman ve Yahudi evleriyle dükkânları yakıldı.  Mitchell’den Layard’a gönderilen 4 Eylül 1879 tarihli rapora göre, Bulgarlar tarafından işgal edilmeyen Türk evleri yakılıp kül yığınına çevrildi.  Şehirlerle kırsal alanlardaki mal mülkün çoğu ise Bulgarlar tarafından gasp edilmişti.