Loading...

Balkan Savaşları Sırasında Esir Düşen Türk Askerlerine Yapılan Muamele

Müslümanların ölüm nedenleri arasında açlık ve hastalık da vardı.  Açlık ve hastalığa yol açan ise, talan yüzünden topraklarıyla birlikte tahıllarının da çalınması ile sığınmacı haline düşürüldükleri için Müslümanların evsiz ve yiyeceksiz bırakılmaları olmuştu.

 

Kötü muameleye tâbi tutulanlar, özellikle teslim olan Osmanlı memur ve askerleri oldu.  Örneğin, Stara-Zagora’da Bulgar halkı, Türk savaş tutsaklarına hücum edip, 500-600 tanesini öldürdüler ve 250’sini yaraladılar.  Bu bilgiyi ismini belirtmeyen bir İngiliz konsolosunun Sofya’dan 24 Eylül 1913’de yolladığı “Balkan Yardım Fonunun iki üyesinin tuttuğu notlar” da teyit etmektedir.  Lamb’in Lowther’e 3 Aralık 1912’de Selanik’ten yazdıklarına göre, terhis olup silah bırakmış, tahminen 100 Osmanlı askeri Avret-Hisar’da öldürülmüştü.  Fakat Edirne örneğinde görüldüğü gibi bazı durumlarda, tutsak edilen Türk askerleri Balkan müttefiklerin kasıtlı siyaseti doğrultusunda aç bırakılarak yavaş yavaş öldürüldüler.  Müslüman memurlarla şehir ve köy ileri gelenlerinin özellikle seçilerek katledilmesi de resmi liderler tarafından tezgâhlanmış olmalı.  Bu konuda, Selanik’teki İngiltere Konsolosu Lamb’ın 3 Aralık 1912 tarihli raporuna göre: “Kilkiş, Doyran ve Gevgeli bölgeleri çapında, hemen hemen tüm Müslüman ileri gelenler şu veya bu şekilde öldürüldüler, malları gasp edildi veya talan edildi ve evleriyle tarlaları yakıldı.  Kadınları da çoğu zaman onur kırıcı ve hattâ beter muameleye tâbi tutuldular.”

2013’te Bursa’da organize edilen Balkanlar ve Göç Sempozyumu Yayını, Sayfa 595’den.

 

2013’te Bursa’da organize edilen Balkanlar ve Göç Sempozyumu Yayını, Sayfa 351’den.

2013’te Bursa’da organize edilen Balkanlar ve Göç Sempozyumu Yayını, Sayfa 352’den.

 

Edirne düştüğünde, şehirdeki büyük Osmanlı garnizonu silahsızlandırıldı, askerler tutuklanarak aç ve açıkta bırakıldılar.  O askerlerin kaderi Young’ın Grey’e, Filibe’den 5 Nisan 1913’da yazdıkları ve başından itibaren muhasaranın tümüne ve şehrin alınışına şahit olan Gustav Cirilli’nin kitabı sayfa 155-156’da şöyle anlatıldı:

 

Esir askerler önlerinde subaylarıyla, uzun kuyruklar halinde şehirde yürütülüyorlar.  Açlıktan avurtları çökmüş, mahzun yüzlü, bir deri bir kemik kalmışlar.  Sanki vahşi hayvanlar gibi, yumruklanıyor, çizmelerle tekmeleniyor ve tüfek kabzalarıyla itilip kakılıyorlar.  Bu zavallı insanlar şehrin dışında Tunca Irmağı üzerindeki Eski Saray denilen yeşillik bir adaya hapsedilip, azaplarını bir kurşun sonlandırmağı takdirde, soğuktan ve açlıktan ölmeye terk edildiler.  Gömülmeyen cesetleri, her gün üst üste yığılmaya devam etmekte.  Ceset yığını o kadar çoğaldı ki, halkın sağlığını tehdit eder oldu.  Kolera, bir kez daha surların içinde baş gösterdi.

 

Bu yöreyi savunan askerlerin sayısı biliniyor.  Ölenler hesaba katıldığında, galip güçlerin eline 40.000-50.000 harp esiri düşmüş olmalı.  Başlarına gelecekleri bildiklerinden, bunların bazıları kaçıp saklanmaya çalıştılar.  Yakalananların vay haline!  Vay haline onları saklayanların!  En olmadık bir delille bile, bir kaçağı sakladığından şüphelendiklerinin evlerini zeminden çatıya kadar arıyorlar, kaçakla birlikte onu saklayan da teslim alınıyor ve birlikte kurşunlanıyorlar.  Bu bir insan avıdır; vahşetin tüm incelikleriyle Türkler avlanıyorlar.  Gece gündüz demeden, makineli tüfekler ortalığı devamlı titretiyor; bunlar işte o yakalananların kurşuna dizilmesinin sesidir.  Cesetler sokaklara, kırlara ve nehirlere atılıyorlar ve ben, Karaağaç yolunda serilmiş birçok ceset gördüm.

 

2013’te Bursa’da organize edilen Balkanlar ve Göç Sempozyumu Yayını, Sayfa 352’den.


 

Muhtemelen, gördüklerini geniş çevreye duyurabilecek Avrupalı gazetecilerin bolluğu sayesinde, Edirne’de sivil halkın katledilmesi ele geçirilen diğer şehirlere kıyasla daha az oldu.  Fakat bu nedenlerin hiçbirisi, şehirde bulunan Osmanlı askerlerini saldırıdan koruyamadı.  Gözlemciler, askerlerin alıkonduğu adada yığın halinde serilmiş cesetlerden kışın açıkta uyuyan insanlara kadar, dehşetli kolera vakalarından ve bu insanların başlarına gelen başka birçok vahşetten söz ettiler.  Batı Avrupalıların en çok dikkatini çeken ise, Carnegie raporunda sayfa 112’de rapor edildiği gibi tutsakların hapsedildiği adadaki bütün ağaçların “insan boyunun yetişebileceği seviyedeki” kabuklarının kemirildiğiydi. Bir ormanın insan boyunun yetişebileceği seviyede yolunmuş olması, bu kabukları yemiş olanların açlık seviyesini hiçbir söze gerek bırakmadan gözler önüne sermekteydi.

2013’te Bursa’da organize edilen Balkanlar ve Göç Sempozyumu Yayını, Sayfa 353’den

 

Tunca Adası’nda savaş esirlerinin karınlarını doyurmak için kemirmek zorunda kaldığı ağaçların fotoğrafı.  (1913 Carnegie Raporu, S. 112)

Edirne’deki yardımlardan sorumlu G. D. Turner’in İngiltere Kızıl Haç Derneğinden Ameer Ali’ye, 4 Nisan 1913’de Edirne’den yazdığı gibi, 1913 Nisan ayına kadar esir alınanların sadece yarısı sağ kalmıştı; bunlar takriben adadaki kampta 6.000 ve nehrin kıyılarında da 15.000-20.000 kadardılar.  Günde 200 kişi ölmekteydi.  Sağ kalanlar ise bilinmeyen bir akıbete doğru sürüklenmekteydiler.

 

Young’ın Bax Ironside’a 21 Aralık 1912’de Kavala’dan yazdıklarına göre, 5 Kasım 1912’de Bulgarlar Drama’ya girdiğinde “Yüzlerce” Müslüman katledildi.  Lamb 3 Aralık 1912’de, Lowther’e Selanik’ten gönderdiği raporunda şöyle yazmış:

“Ayın 15’inde gönderdiğim 156 No.lu mesajımın ekinde rapor edildiği gibi, Drama’nın 5 Kasım’da Bulgarlar tarafından istilası üzerine, askerî kumandanların Müslüman semtlerinin yağmalanmasına izin verdiği (tarafıma) bildirildi.” Yerli Hristiyanlar, “milis benzeri” örgütlendirilip, yerli Müslümanların silahını teslim almaya gönderildiler.  Bu da vahşet, yağmalama ve benzer olaylara yol açtı.  Evinde silah bulunanların çoğu öldü.  “Neredeyse tüm yaralı askerler Hristiyanlardan oluşan kalabalık bir güruh tarafından öldürüldüler.”